TEVBE VE İSTİĞFAR NE DEMEKTİR?
Tevbe, Hakk’a dönüş
demektir. Hakk’ı unutan ya da O’ndan gafil olan bir kulun, girdiği
yanlış yolun farkına varıp yüzünü ve gönlünü Rabbine yöneltmesi ve
affını dilemesidir. Böyle bir kulun kalbi büyük bir nedâmetle, için için
yanar ve ılık gözyaşlarıyla Rabbine gönlünü açar. İşte bu yanış ve
pişmanlık “tevbe”dir. Ardından af dilemek için kalplerden taşan niyazlar da “istiğfar”dır.
ALLAH’A YAKINLIĞIN EN MÜHİM VÂSITASI
Başta peygamberler olmak üzere bütün
velîler, sâlihler ve sâdıklar; darlıkta ve bollukta, kederde ve sevinçte
dâimâ Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmişler ve O’na niyâz hâlinde
bulunmuşlardır. Duâ ve istiğfardan müstağnî kalabilecek hiçbir kul
tasavvur olunamaz. Duâ ve istiğfar, gerçek mâhiyetiyle derûnî bir
nedâmet ve ilticâ mânâsını ihtivâ ettiğinden, Allâh’a yakınlığın en mühim vâsıtasıdır.
ALLAH’A YAKINLAŞMANIN İLK ADIMI
Hiç günahımız olmasa dahî, lutfedilen
ilâhî nîmetlere şükredebilmemiz, tâkatimizin üzerindedir. Bu bakımdan da
acziyet içinde istiğfâr etmemiz, kulluğun zarûretindendir. Cihânı gönül
gözüyle temâşâ ettiğimizde görürüz ki bütün mahlûkât, ilâhî nîmetlere
şükürden önce acziyetlerini îtiraf mevkiinde bulunmaktadır. Bu itibarla
irâde sâhibi olan ve bu irâdeyi kullanmakta hatâdan mutlak bir sûrette
sâlim kalması mümkün olmayan Âdemoğlu için istiğfar, Allâh’a takarrub/yakınlaşma yolunda atılacak ilk adımdır.
İbn-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- şöyle der:
“Biz, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bir mecliste yüz defa:
«Allâh’ım! Beni bağışla ve tevbemi kabul buyur! Çünkü Sen tevbeleri çok kabûl eden ve çok merhamet edensin.» dediğini saymıştık.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26/1516; Tirmizî, Deavât, 38/3434)
MÂNEVÎ KİRLERDEN TEMİZLENMENİN VÂSITASI
Allâh’a yöneliş ve kalbin ulvî bir
seviye kazanmasında mühim bir yeri olan istiğfar, mânevî kirlerden
temizlenmenin de en mühim vâsıtasıdır. Makbûl bir tevbe, kul ile Rab
arasındaki engelleri ve perdeleri kaldırır, Allah Teâlâ’nın sevgisine
mazhar eder. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz Allah, çok tevbe eden ve çok temizlenenleri sever.” (el-Bakara, 222)
SEHER VAKTİ İSTİĞFAR ETMEK
Seherlerden sonra nasıl ki şafak vakti
gelip karanlıklar uzaklaşır ise seher vakitlerindeki istiğfarlar da,
günah karanlıklarından kurtulup nurlu mağfiret şafaklarına kavuşmamızın
rahmet iklîmidir!
Beşeriyet îcâbı herhangi bir günâha
düşüldüğünde, derhâl tevbe ve istiğfâra sarılmak ve Allâh’a yönelmek
îcâb eder. Zira Cenâb-ı Hak, râzı olduğu müttakî kullarını şöyle
medhetmektedir:
“Onlar, bir kötülük yaptıkları
veya kendilerine zulmettikleri zaman, Allâh’ı hatırlayıp günahlarından
dolayı hemen tevbe ve istiğfâr ederler. Zâten günahları Allah’tan başka
kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri günahta bile bile ısrâr
etmezler.” (Âl-i İmrân, 135)
“O müttakîler, geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devâm ederler.” (ez-Zâriyât, 17-18)
TEVBE EDENİN KALBİ CİLALANIR
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur:
“Kul bir günah işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şâyet o günâhı terk edip istiğfâra sarılarak tevbeye yönelirse, kalbi cilâlanır.
Böyle yapmaz da tekrar günahlara dönerse, siyah noktalar artırılır ve
neticede bütün kalbini kaplar. İşte Hak Teâlâ Hazretleri’nin:
«Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) ameller sebebiyle, kalplerinin üzeri pas tutmuştur.» (el-Mutaffifîn, 14) diye bahsettiği durum budur.” (Tirmizî, Tefsîr, 83/3334)
İSTİĞFÂRIN ÜÇ FAYDASI
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir başka hadîslerinde, istiğfârın faydalarını şöyle beyan buyurmuşlardır:
“Bir kimse istiğfârı
dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her
üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona ummadığı yerden rızık
verir.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26/1518; İbn-i Mâce, Edeb, 57)
İSTİĞFAR EDENLERE MÜJDE!
Diğer taraftan tevbe ve istiğfar,
dünyada ve âhirette azaptan kurtuluş vesîlesidir. Rasûlullah -sallâllâhu
aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurur:
“Allah Teâlâ Hazretleri (şu âyetle) ümmetim için bana iki emân indirdi:
- Sen aralarında olduğun müddetçe Allah onlara (umûmî bir) azap indirmeyecektir.
- Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allah onlara azâb etmeyecektir. (el-Enfâl, 33)
Ben aralarından ayrıldığımda,
(Allâh’ın azâbını önleyecek ikinci emân olan) istiğfârı kıyâmete kadar
ümmetimin yanında bırakıyorum.” (Tirmizî, Tefsîr, 8/3082)
SEHER VAKİTLERİ NEDEN ÖNEMLİ?
Seher vakitleri Hak Teâlâ Hazretleri’nin
kullarına ikram ve ihsanlarının sağanak hâlinde yağdığı demlerdir.
Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Rabbimiz her gece dünya semâsına iner ve:
«Tevbe eden yok mu, onun
tevbesini kabûl edeyim? İsteyen yok mu, ona istediğini vereyim? İstiğfâr
eden yok mu, onu bağışlayayım?» diye nidâ eder.” (Müslim, Müsâfirîn, 168-170)
Tevbenin seviye kazanabilmesi için şu hususlara da ehemmiyet vermek îcâb eder:
Tevbe edenin kalbinden çıkan ilk söz, “acziyet”in îtirâfı olmalıdır. İçimizdeki sefil “ben”likten
bir zerre bile kalmış ise, tevbe ve duâ gayesine varamamış demektir.
Tevbede istenen, ilâhî rahmet ve berekettir. Tevbede dileriz ki, sonsuz
bir kudret sahibi olan Hak Teâlâ bize acısın ve üzerimize lutfunu
yağdırsın!.. Yani istiğfar, dilimizle muayyen bir sayıyı doldurma
faaliyeti değildir. Engin bir tefekkür ve tehassüsün eşlik ettiği bir
yakarıştır.
TEVBEDE SAMİMÎ VE İHLÂSLI OLMALI!
Her amel-i sâlihte olduğu gibi tevbede
de samîmiyet ve ihlâs şartı vardır. Öyle ki, birçok ehlullâh, ettikleri
tevbelere dahî tevbekâr olmuşlardır. Yâni tevbeye muhtaç tevbelerden
Allâh’a sığınmak ve âyette buyrulan “tevbeten nasûhâ” sırrına nâil olmak
zarûreti vardır. Çünkü nefs ve şeytan, gönlü çelmeye yol bulamayınca,
sûret-i haktan görünürler de bu defa güzellikleri ve iyilikleri telkin
eden birer üstad kesilirler. Böylece kulu tuzağa düşürerek tevbeleri
yele verirler.
TEVBE EDİLEN GÜNAHI BİR DAHA TEKRAR ETMEMELİ!
Tevbe, bir af dileme olduğundan samîmî pişmanlığın gerçekleşmesi ve affı istenen günahın bir daha yapılmaması husûsundaki kat’î azmi îcâb ettirir.
Bunun için Cenâb-ı Hak şöyle îkaz buyurur:
“…Sakın şeytan, Allâh’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokmân, 33)
Tevbe ve istiğfârın son derece
ehemmiyetli olması sebebiyledir ki rûhî tekâmül için bütün tasavvuf
yollarında seherlerdeki evrâd ü ezkâra istiğfâr ile başlanır. En veciz
istiğfar cümlesi:
“Şânı pek yüce olan Allah’tan bağışlanmamı diliyorum.” ifadesidir.
BÜYÜK TEVBE DUÂSI
Mağfiretini talep ediyorum
Allâh’ım! Bağışlamanı diliyorum Rabbim! Kusur ve günahlarımdan beni
tertemiz kılmanı istiyorum Yüce Mevlâm!
(Bir aciz kul olarak ben) Kerîm
olan, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan, dâimâ diri (el-Hayy) ve her
şeyin kendisiyle ayakta durduğu ve varlığını sürdürdüğü (el-Kayyûm)
Yüce Rabbimin mağfiretini (bağışlamasını) niyaz ederim. O’na yönelir ve
Yüce Zât’ından bizlere tevbe, mağfiret ve hidâyet lutfetmesini talep
ederim. Zira tevbeleri kabul eden ve kullarına son derece merhametli
olan O’dur. Kendi nefsine zulmeden ve ölmeye de, hayatta kalmaya da,
yeniden dirilmeye de kendi iktidârı olmayan aciz bir kul olarak Rabbime
tevbe ederim.
Kul, “Estağfirullah” sözü ile hatasının
farkında olarak, Cenâb-ı Hak’tan hiçlik duygusu içinde bağışlanmayı
isterken, yine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den
nakledilen “Seyyidü’l-İstiğfâr” sözleri ile de Rabbine, yeniden bir
kulluk sözü verir. Diğer bir ifadeyle “Elest bezmi”ndeki ahdini
tazelemiş olur.
SEYYİD’ÜL İSTİĞFAR DUÂSI
“Ey Allâh’ım! Sen benim
Rabbimsin. Sen’den başka ilâh yoktur. Beni Sen yarattın ve ben Sen’in
kulunum. Ve ben îmân ve ubûdiyetimde/kulluğumda gücüm yettiği kadar
Sen’in ahd ü misâkın üzereyim. Yâ Rabbi! Yaptıklarımın şerrinden Sana
sığınırım. Sen’in bana ihsân ettiğin nimetleri ikrar ve îtirâf ederim.
Kendi kusur ve günahlarımı da ikrar ve îtirâf ederim. Yâ Rabbi! Sen beni
af ve mağfiret eyle. Zira Sen’den başkası günahları af ve mağfiret
edemez.” (Buhârî, Deavât, 2, 16)
0 yorum:
Yorum Gönder